top of page

Yeşilçam'ın Unutulmaz Filmi Kara Gözlüm Romantik Komedi mi Yoksa Psikolojik Şiddet İçeren Bir Gerilim Filmi mi?

  • Yazarın fotoğrafı: Ela ARSLANKAYA
    Ela ARSLANKAYA
  • 17 saat önce
  • 4 dakikada okunur

Kadınların yüzyıllardır süren mücadelesinin sembolü olan 25 Kasım, adı, sesi, hikayesi bulunan, her biri bir anne, bir kız evlat, bir kız kardeş, bir arkadaş olan kadınların suskunlukla, korkuyla, umutsuzlukla değil, sevgiyle, eşitlikle, özgürlükle yaşamak istediğini tüm dünyaya haykırdığı bir gündür.


Fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik, dijital...

Birçok çeşidi olan şiddet türünün her biri için milyonlarca şey söylenebilir ancak ben bugün birçoğumuzun hayatında en az bir kez izlediğini düşündüğüm, kadına yöneltilen psikolojik şiddetin romantizm kisvesi altında nasıl meşrulaştırıldığına dair sembolik bir metin içeren Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ın başrollerini oynadığı “Kara Gözlüm” filmine dikkat çekmek istiyorum.

Kara Gözlüm

İtiraf etmeliyim ki ben çoğu zaman aşkı fedakarlık, sadakati suskunluk, tutkuyu ise tahakkümle eşleştiren Yeşilçam’ın, bu efsane filmini çocukluğumdan bu yana birkaç kez izleyenlerdenim. Olgunlaştıkça ve ilişki dinamiği çerçevesinde yol aldıkça eskiden romantik bir aşk filmi gibi düşündüğüm filmin, aslında özünde “duygusal manipülasyon” ve “örtük şiddet” içerdiğini fark ettim.


Yazıyı okuyup da filmi daha önce seyretmemiş olanlar için kısa bir özet geçmek gerekirse;

Türkan Şoray’ın canlandırdığı “Azize” karakteri, yaşadığı mahallede başta babası (bazı mecralarda dedesi olarak da geçiyor) olmak üzere herkes tarafından sevilen, neşeli, sözünü esirgemeyen, haksızlığa tahammülü olmayan, sesi de kendisi gibi çok güzel olan, hayatını balık satarak kazanan “saçları balık kokan” fakir bir genç kızdır. Bir gün ünlü bir gazino sahibi tarafından keşfedilir ve O artık aynı zamanda sahnede kendi sesiyle var olan, üretken, yetenekli ve kendi emeğiyle ayakta olan bir kadındır.


Kadir İnanır’ın canlandırdığı Kenan ise, annesi ile birlikte yaşayan, paraya ihtiyacı olan,  oldukça efendi görünümlü, hassas ve gururlu bir kişilik yapısına sahiptir. O kadar gururludur ki; kendisini çok seven “Semra”’yı babasının serveti altında ezilmemek için reddeder ve klasik bir sanat eğitimi aldığından mütevellit (film süresince de bu özelliğine gönderme yapan “Chopin” lakabı ile anılır) alaturka müzik yapacağına Azize’nin çalıştığı gazinoya garson olmayı tercih eder.


Çok da spoiler vermeden devam etmek gerekirse daha önce “karides” üzerine aralarında geçen atışma sonrası yolları gazinoda kesişen Azize ve Kenan birbirlerine aşık olur…

İşte aslında hikaye tam da burada başlıyor…


Kenan’ın sevgisi, koruma içgüdüsünden çok, Azize’nin kendi kimliğini ve varoluşunu sınırlandıran bir sahiplenme biçimine dönüşür.  Sevgisi, Azize’nin sahnede parlayan ışığını söndürmeden var olamaz. O ışık, erkek egosunun gölgesinde “Azize uygun bir kadına” dönüşene kadar aşk Kenan’ın gözünde hep eksik kalır.


Kenan sevgi duygusunu sahiplenme dürtüsüyle benimser. Onun sevgisi, kadının varlığını kabul etmek yerine, kontrol etmek ister.


Kara Gözlüm

“Sen artık saçları balık kokan kız değilsin!” cümlesinin altında“senin sınırlarını ben belirlemek istiyorum” vardır.








Bu duygu tam olarak “duygusal tahakkümün estetikleştirilmiş” biçimidir!!!

Bu noktada Kenan’ın davranışları “koruyucu” görünür ama özünde kadının kendi başarısının erkeğin sevgisini tehdit ettiğine dair klasik bir ataerkil düşünceye dayanır.


Sosyolojik bir perspektiften bakıldığında da öyle değil midir aslında?

Günümüzde bile hala bazı kesimlerde kadının kamusal alandaki görünürlüğü, erkek onayına tabi tutulur. Temsili bir örnek olarak; kadının sesi güzeldir ama o ses, şarkı sadece “o erkek için” söylendiğinde makbuldür. Bu durum,Yeşilçam’dan günümüze “kadının başarısı erkek tarafından sahiplenildiği ölçüde var olabilir” anlayışının, toplum tarafından nasıl;


-“Ay ne romantiğiikk” (arka planda bir takım random gülmeler)

Algısı yarattığını gösterir. Bu da kadını, kendi öznelliğini kaybettikçe sevildiğine inandırır. Oysa gerçek sevgi, karşımızdakinin öznelliğini kabul ederek var olabilmektir. “Kara Gözlüm” filmindeki aşk, bildiğin “ yutan” bir aşktır.


25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde ben şiddetin psikolojik boyutuna dokunmak istedim çünkü günümüz dizi konularından da yola çıkarak “okumuş” kadını bile bir şekilde evine, erkeğine, çocuklarına, kaynanasına bağlı tipik bir muhtaç ev kadını olarak kaleme alıp bu durumu idealize etmeye çalışan ve ne yazık ki toplumun büyük bir kısmını da buna ikna edebilen günümüz senaristleri de dahil olmak üzere bu tür yapımların “romantizm” değil, “kültürel şiddet aktarımı” olarak yeniden okunması gerektiğine inanıyorum.


Yadsınamaz bir gerçek var ki; psikolojik şiddet, fiziksel şiddetin en sessiz, en sinsi ve toplum tarafından en “kabul görmeyen” türüdür. Mutlaka denk gelmişsinizdir ayrılmak isteyen kadına ailesi tarafından boşanmaması için baskı yapılırken sorulan:


-“Ne yaptı bu adam dövdü mü?, sövdü mü?, kumar mı oynadı?, (hadi kibar olsun) aldattı mı?” kalıplarına…

Zira gözümüzün önünde kabak gibi duran bir gerçeklik de “fiziksel şiddet yoksa şiddet de yoktur” düşüncesinin tam karşısında duran psikolojik şiddetin çoğu zaman fiziksel şiddetin ilk evresi olduğudur. Kadının psikolojik direnci kırıldığında, fiziksel şiddet yalnızca bir sonraki aşamaya dönüşür. Psikolojik şiddeti görmezden gelmek, fiziksel şiddetin zeminini hazırlamakla eşdeğerdir. Bu nedenle de günümüzde kadın cinayetlerindeki artışı sadece bireysel patolojiler ile açıklamak doğru değildir. Erkeğe “sahip olma hakkı”, kadına ise “sadakat borcu” yükleyen toplumsal normlar sadece itaati öğretir. Kadınlar sevdikleri erkekler tarafından öldürülürken, bu şiddetin tohumları çoğu zaman “romantik” ilişkilerde sessizce atılır.


Azize’nin susturulan sesi ve Kenan’ın;

-“Hollywood’da “Mihrace’nin Gözdesi” filminde oynarsan çok ünlü olursun ama beni kaybedersin çünkü benim “ilkelerim” var en iyisi sen yine balık kokan kız ol da birlikte sonsuza kadar fakir aman mutlu yaşayalım” (bak sinirlendim yine!!!)

Önermesi hala romantikleştirilen günümüz ilişkilerinin de dramatik bir özetidir.


Bir kadının yaşam hakkı, yalnızca yasa maddeleriyle değil, toplumun duygusal eğitim seviyesiyle de korunmalıdır. Duygularını yönetemeyen, kadın tarafından terk edilmeyikabullenemeyen ve sevgiyi kontrol etmekle karıştıran “bireyimsiler” şiddetin Freddy Krueger’larıdır. (bkz: ElmSokağı’nda Kabus)


Yeri gelmişken tam da bu nokta da;

“Aile yapısını zedelemek” şöyle dursun şiddetin her türlüsünü önlemeye yönelik tedbirler sunarak toplumsal bir dayanışma ve güven ortamı yaratmayı amaçlayan;

“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR” demek istiyorum…

Ve ben bu yazının sonuna bir kalp bırakıyorum başta bana bu sonuç cümlesini kurduran canım sevgilim (çok ♡) olmak üzere;


Eşinin yüzündeki gülümsemeyi “geri kalan her şeye” tercih eden tüm erkeklere…

Son olarak da tüm eleştirilerime rağmen, filmde gerçekten çok güzel bulduğum bir detayı atlamadan; Türkan Şoray’ınmuhteşem güzelliği ve Belkıs Özener’in sesi eşliğinde hazırlanan klibi izlemenizi öneriyorum.


Kadın, erkek, çocuk, hayvan, bitki fark etmeksizin hepimize şiddetsiz bir yaşam diliyorum…


Aile ve Çift Terapisti

Ela ARSLANKAYA

Yorumlar


SiRA_06.jpg

Astarte

URFA

IMG_1807.jpg

 

TONİ PONS

RAIN BOOTS

Made in Spain

Creatlish

© 2025 by Creatlish. Powered by Creatlish

  • Instagram
bottom of page